Özellikle Sanayi
Devrimi’nden sonra istikrarlı bir şekilde gelişip kendini yenilemekte olan
kapitalist dünya ekonomisi kendisine merkez olarak kentleri belirlemiştir.
Köylerden kente göçleri özendiren politikaları ve “sunduğu” iş imkanları ile
kent nüfusunu daha önce hiç görülmemiş bir oranda arttırmıştır. Fakat
sanayileşmeyle birlikte önümüze çıkan fotoğraf hiç de liberal yöneticilerin
bize sunduğu gibi toz pembe değildir aksine “umduğunu bulamayanlar” ile dolan
kentler, yoksulluğun tarihinde bugüne kadar tanışmadığımız bir yüzüyle
tanıştırır bizi. Gerek göçler sebebiyle artan nüfusun etkisiyle gerek kötüleşen
istihdam koşullarının etkisiyle köylerden kente ve kentlerin kenar
mahallelerinden merkezlerine doğru ilerleyen bu yoksulluk kapitalist üretim
tarzının öngörülmüş beklenen bir sonucudur. Kentleşmenin sonucunda kırdan kente transfer
olan yoksulluk, kalabalık mahallelerde oturan ve “sürü” yaşantısı içerisinde
geleceğe yönelik beklentisi gitgide azalan ve yabancılaşan bir topluluk
yaratmıştır.
Kapitalist sistemin kent yoksulluna etkisi kendisinden
önceki tarihe, ilksel birikime kadar dayanır.
İlksel birikim dediğimiz ilksel mülksüzleştirme olarak da ele
alınabilecek bu kavram işçi sınıfının bir sınıf olarak oluşmasında, bu sınıfın
yoksullaşmasında ve kapitalizmin her döneminde işçi olarak kalmasına sebep
olacak sistemin temellerini oluşturmuştur. Üretim ve geçim araçlarının
sermayeye dönüştürülmesi olarak tanımlanabilecek bu süreç, mülksüzleştirme ile
başlar. Küçük yerleşim yerlerinde ortak kullanım alanlarının özelleştirilmesi,
bu özelleştirmelerin devlet tarafından desteklenmesi, mülksüzleşen halkın iş
bulma ümidiyle kente göçmesi olarak kısaca özetlenebilecek süreçten sonra
emekçinin emeğinden başka satacak hiçbir şeyi kalmamış ve ücretli emekçiye
dönüşmeye başlar. Böylece hem köylerde hem kentte yoksulluk artar ve işçi
sınıfı dediğimiz sınıf üretim araçlarından, mülkten yabancılaştırılarak
kapitalist sistemin sömürüsüne maruz kalır.
Kapitalizm ve
kentleşme ya da kent yoksulluğu ilişkisi incelenirken en temel etkenlerden biri
de “makineleşme” kavramıdır. Makineleşmeyle
beraber işçinin emeğine duyulan ihtiyacın azalması kapitalist işverene, emek
ücretini düşürmek ve ucuz, masrafsız ve artı verimli işçi tercih etme seçeneği
sunmuştur. Bu da köyden kente fabrika işçisi olmak, kapitalizmin işleyen
çarklarından birinin içinde bulunmak isteyen sınıf için büyük bir düş kırıklığı
yaratmakla kalmamış ağırlaşan yaşam koşullarını da beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak sanayi üretiminde emek talebi
tükenmiş fakat kırdan kente göç durmadan devam etmekte bu da çok büyük bir
işsizlik sorununa ve yol açmakta ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinin
(sağlık hizmetleri, eğitim, sosyalleşme v.b.) önüne çıkan olumsuzluklarla baş
edemeyen bireylerin, yaşadıkları toplum tarafından dışlanmaya başlamalarına da
sebebiyet vermekteydi. Kapitalizmin kendi iç gelişmelerinden,(makineleşme,
teknolojik gelişmeler v.s) iç çelişkilerinden ortaya çıkan krizlerinle birlikte
bu krizlerden çıkmak için başvurulan çeşitli yollar da işçiyi her seferinde daha büyük bir
yoksulluğa ve daha kötü yaşam koşullarına sürüklemiştir.
Örneğin 70’li
yıllarda başlayan ve etkisinin hala sürmekte odluğu düşünülen kapitalist kriz,
makineleşmeyle birlikte artması beklenen göreli artı değerin gitgide azalması
ve işçilerin (çoğunlukla pasif) eylemleriyle, liberal işvereni zor durumda
bırakmış ama o kendini dönüştürerek bir şekilde sistemini sürdürmekle kalmamış
işçi üzerinden daha çok sermaye birikimi sağlamanın farklı yollarını da bulmuştur. Bu çözümlerden biri olan Fransız Regülasyon Okulu
temsilcilerinin “esnek üretim” kavramı ele alınarak bu konu daha iyi
kavranabilir. Kapitalist sistemin birçok açıdan esnekleşmesiyle daha ilgili,
bilgili, becerili işçiler yetişeceği öne süren bu kavram, liberal işverenin birçok
açıdan işine gelmiş fakat işçinin,
özellikle kadın işçinin (ev eksenli çalışma) yaşam koşullarını çok daha zorlaştırmıştır.
Çünkü esnek üretim, esnek (fazla mesaili) çalışma saatleri, esnek çalışma
mekanları v.b düpedüz toplumun tamamına nüfuz ederek işçi sınıfına yeni bir
saldırı, sindirme faaliyeti olarak hayat bulmuştur. Hatta bu süreçle birlikte
neoliberlizmin ve post-fordizmin ortaya çıktığı söylenebilir ki bu iki kavram
da işçi üzerinde çok büyük bir otorite ve sömürgeleştirme politikası olarak
düşünülebilir.
Örnekte de görüldüğü üzere her alanda zorluklarla mücadele
etmek zorunda bırakılan işçi sınıfı gitgide daha da yoksullaşmaktaydı bu
nedenle kent yoksulluğu öncelikle gecekondu mahallelerinde yoğunlaşmaktaydı. Toplumun
geri kalanından sadece statüyle değil bir sınırla da ayrılmış olan gecekondu
halkı yoksulluğun olduğu kadar toplumsal dışlanmanın da bir örneğiydi. Buradaki
yoksulluk ile ilgili asıl çarpıcı olan gözlem ise çalışmasına rağmen
yoksulluktan kurtulamayan kesimin fazlalığıdır. Düşük ücretlerden kaynaklanan
yoksulluğun dışında kayıt dışı istihdam (ki bu da çoğu durumda düzensiz iş ve
belirsiz istihdam anlamına gelmektedir), düzensiz gelir (işverenin muntazam
ödeme yapmamasından ya da sık iş değiştirmekten dolayı) gibi sebeplerle bu
kesim yoksulluk sınırında ya da altında yaşamaktadır. Görüldüğü üzere
bahsedilen kesim çoğunlukla “çalışan
yoksul”lardan oluşmaktadır. Bu süreç içinde işsizlik oranının arttığının,
kapitalist işverenin emek gücüne eskisi kadar ihtiyacı olmadığının, belirtildiğini
göz önünde bulundurursak karşımıza resmi kaynaklarda belirtildiğinden çok daha
düşük bir işsizlik ücreti çıkıyor demektir. Bunun sebebi kamuda ya da formel
sektörün herhangi bir alanında iş bulamayan veya işinden gerektiği kadar kazanç
sağlayamayan işçinin enformel sektöre yönelmesidir.
Enformel sektörün AB
yaklaşımındaki karşılığı “yasal nitelikte ancak yetkili makamlara
bildirilmemiş, kaydettirilmemiş her türlü ücretli faaliyet”tir. Bu tanım
“enformel sektör” kavramının çözümlenmesi için bir başlangıç sayılsa da
gerçeklik bundan çok daha karmaşıktır, çeşitli ülkelerde kavram farklı
anlamlarda kullanılmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun tanımına göre ise
“enformel sektör” kavramıyla “şirketleşmemiş, basit usulle vergilendirilen veya
hiç vergi vermeyen ve 1-9 kişi arasında çalışanı olan tarım dışı tüm iktisadi
birimler” tanımı anlatılmaya çalışılmaktadır. “Kayıt dışı istihdam” kavramıyla
ise “yaptığı işten dolayı hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna kaydı olmayanlar”ı
anlatmaktadır. Enformel ekonominin iki
türünü birbirinden ayırmak gerekir;
ilkinde çalışanların ve üretim birimlerinin faaliyetleri yasanın
uygulama alanına girmez 8 kurum yasadışı faaliyet gösteriyor), ikicisinde ise
kurumlar yasalar çerçevesinde görev alsalar da yasalar kendilerine uygulanmaz.
Enformel istihdamı
formel istihdamdan ayıran unsurlar olarak; kayıtsızlık, saklı üretimin
gerçekleşmesi, ölçüm güçlüğü, ücretin el altından ödenmesi, iş süresinin
genellikle belirsiz ve korumanın yetersiz olması v.b sıralanabilir. Enformel
sektörün formel sektöre tercih edilmesinin en önemli gerekçesi ise formel
ekonomide iş bulamamaktır. Bunun dışında
reform ya da kriz gibi süreçlerde enformelleşmenin artığı gözlenmektedir.
Ekonominin
küreselleşmesi pazarlık gücünü azaltarak veya artan rekabete maruz bırakarak
niteliği yetersiz çalışanları ve küçük üreticileri olumsuz etkiler. Bu küçük
işletmeler temel ekonomiye katılmakta engellerle karşılaşırlar (sermaye,
yönetim becerisi, üretim faktörlerine ve piyasaya erişim eşitsizliği v.b.) bu
da taşeronluğa yol açar.
Bütün bu süreci çok
yakından inceleyip örneklendirmek istersek Berna Müftüoğlu’nun Gedikpaşa
incelemesi üzerinden yola çıkabiliriz. İstanbul’un en eski semtlerinden olan
Gedikpaşa eskiden bugüne ayakkabı üretiminde önemli bir noktada durmaktadır.
Osmanlı döneminde Rum ve Yahudi ayakkabı ustalarıyla ün kazanan bu bölgenin
“kentsel dönüşüm” projeleri kapsamında dönüştürülmeye alınmasıyla bu sürecin
arka planını inceleyen Müftüoğlu, enformel sektörün bir bölgeyi nasıl
etkilediğini baştan sona göz önüne sunmuştur.
1980 öncesi ayakkabı
üretimi ile ilgili iş yerlerinin bulunduğu bu bölgede 1980 sonrası ekonomin
hızla gelişmesi sonucu birçok farklı ticari iş yeri açılmıştır. Bu iş
yerlerinin sayısının artmasıyla çevredeki ev ve konaklar rızayla/zorla
boşaltılarak iş hanlarına dönüştürülmeye başlanmıştır. Çevre halkının
mülksüzleştirilmesiyle başlayan bu kapitalist süreç semti ticari merkeze
dönüştürecek olan restaurantlar, toptancılar gibi kurumların da katılmasıyla
devam etmiştir. Buraya kadar sadece fabrikalaşma gibi görünen süreç İstanbul
Ayakkabıcılar Esnaf ve Sanatkarlar Odası’na kayıtlı 212 üye bulunurken alan
çalışmasında 705 iş yeri olduğunun fark edilmesiyle enformelleşmenin bir
örneğine dönüşmektedir. Müftüoğlu “ bu Gedikpaşa’nın 80’li yılların temel
özelliği olan enformel niteliğe bürünmüş olduğunu gösterir.” diyerek özetler
süreci.
2000’li yılların
başında ticari faaliyet gösteren iş yerlerinin rantlarının yükselmesiyle üretim
yapan iş yerleri, mekanlarını bu ticari işyerlerine bırakmak zorunda kalırlar.
Başta kapitalistin çevredeki halkı mülksüzleştirmesiyle başlayan süreç,
kapitalistin kapitalisti mülksüzleştirmesi şeklinde devam eder. Böylece
Gedikpaşa’nın derinine inildikçe kapitalist firmaların evrimleşme doğrultuları
ve işçileşme süreci de netleşir.
Üreticiler ve
tüccarlar arasındaki ticari bağımlılıktan doğan üretimin eşitsiz ilişkisi
beraberinde enformel ilişkileri de getirir. İşçi-iş veren, toptancı-tüccar v.b
aralarındaki anlaşmalar, formel yollarla yapılmaz, yüz yüze ve fason
çalışanların hakları güvence altına alınmadan yapılır, bölgedeki büyümeyi
başarabilmiş iş yerlerinin sermaye birikiminin nedenlerinden biri de budur.
Fason ekonominin katı kurallarını kendi lehine çevirebilmiş bu iş yerlerinin
bir diğer özelliği de genelinin aile işi olmasından dolayı aile içi ücretsiz ya
da düşük ücretli işçi çalıştırmalarından kar ediyor olmalarıdır. “Gedikpaşa
fabrikalaşmayı da açığa çıkaran tarihsel kapitalist ilişkilerin mekanı olur.”
Enformel sektörde
emek yönelimli tasarrufu sağlayan her türlü faaliyet işçi üzerindeki sömürgeyi
bir kat daha arttırmaktadır. Örneğin Müftüoğlu çalışmasında işçilerin parça
başı ücret aldıklarından bahseder. Bu durumda zaten “ölü sezon” diye bahsedilen
dönemde kovulma tehlikesiyle karşı karşıya olan işçi iş yapabildiği sezonda
olabildiğince çok çalışmak ister, mesai saatlerin uzatılmasını kendisine fayda
olarak görür. Oysa iş yerinde herhangi bir sağlık güvencesi v.b. bulunmadığı
için zaten sağlıksız olan çalışma koşullarında oluşacak en büyük sorunu bile
kendisi çözmek durumunda kalacaktır. Yani burada işçinin bireysel olarak
verdiği mücadelenin “işçi” olarak verdiği mücadeleyle çelişiği söylenebilir.
Bu gibi çalışma ortamlarında çocuk işçilerin “çırak” adı
altında meşrulaştırılması yaygın görülmektedir. Enformel sektörün en zayıf
halkasını oluşturan kadın ve çocuklar razı geldikleri düşük ücretler nedeniyle
tercih edilen işçi modeline dönüşürler. Yani “iş öğretmek” adı altında kalifiye
olmayan işçi olarak kullanılırlar.
Bu örnekte de
görüldüğü gibi enformel çalışma şartları işçiyi ve hatta ailesini zor şartlar
altında yaşamaya itmektedir. Yani bu noktaya kadar yoksulluğun bir sonucu
olarak işlenen enformel sektör bu noktadan sonra yoksulluğun nedenine
dönüşmektedir. Ayrıca mevcut yoksulluk gelecek kuşaklar için düşük beşeri
sermayeye neden olduğu için düşük ücretli istihdamı sürekli kılacak ve
dolayısıyla yoksulluk sürekli kılınacak.
Enformel sektörün sebep olduğu yoksulluk sadece düşük
ücretle çalışan işçiler açısından yaşamı zorlaştırmaz bunun haricinde çocuklar,
kadınlar, engelliler ve toplumun farklı kesimleri için de farklı zorlukları
vardır. Örneğin çocuklar aile bütçesine katkı sağlamak için çalışmak zorunda
kaldıklarından dolayı eğitim olanaklarından yeterince faydalanamazlar,
engelliler sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanamazlar. Bunun dışında
kadınlar ve farklı sebeplerden zorunlu
göçle gelenler çok daha düşük ücretle
çalışmaya mecbur bırakılırlar.
Enformel çalışmanın
kent yoksulluğuyla ilişkisi bu şekilde özetlenebilir. Kapitalist üretim
sürecinin bir parçası olarak yaşanan bu üretim şekli iş verene vergiden muaf
olmak, düşük ücretle işçi çalıştırmak v.b. gibi birçok fayda sağlasa da işçi
için her alanda zorluk oluşturan bir sektördür. Buna rağmen özellikle kalifiye
olmayan işçiler tarafından mecbur kalınarak “tercih edilen” bir sektör olarak
var olmaya devam etmektedir.
Kaynakça:
1)Yoksul Kent Yapısının Geçinme Biçimleri ve İstihdam
Yapısı: İstanbul örneği/ Kocaeli üniv. Sosyal bilimler enstitüsü dergisi/ Özlem
Durgun-Demet Çak
2)Berna Müftüoğlu- Gedikpaşa: Bir ayakkabı üretim merkezi
3) Kayıtdışı ekonomi: Enformel İstihdam: Prof. Dr. Nusret
Ekin
4)Prof. Dr. Zeki Erdut: Enformel İstihdamın ekonomik ,
sosyal, siyasi etkileri
6) David Harvey- postmodernliğin durumu
7)Nevra Akdemir- Emek Sürecinde taşeronluk ve Tuzla
Tersaneleri örneği
8)Doç. Dr Tijen Erdut- İşgücü Piyasasında Enformelleşme ve
kadın gücü